Dr. Öğr. Üyesi Abdullah Altuncu, TRT Radyo-1’e Konuk Oldu

 

Rektör Danışmanımız Dr. Öğr. Üyesi Abdullah Altuncu, TRT Radyo-1’de yayınlanan ve Dr. Cem Kurtçu tarafından hazırlanan “Göç Yolunda” programına konuk oldu.

Altuncu, “Göç ve Konukseverlik” konusunun ele alındığı bölümde göçün inancımızda, tarihimizde, kültürümüzde ve devlet geleneğimizdeki yeri hakkında bilgiler verdi. Göç tarihi incelendiğinde, modern dönem öncesinde açlık, kıtlık ve doğal afetler gibi çevresel etmenler ya da savaş ve çatışma gibi devletler arası mücadeleler doğrultusunda gerçekleşen göçlerin, günümüzde özellikle üretim mekanizmalarında yaşanan yapısal değişimler, ulaşım ve iletişimdeki gelişmeler ve farklı toplumlardaki bölgesel gerilimler sebebiyle uluslararası bir forma büründüğünü belirtti. Altuncu, bazı İslam filozofları ve mütefekkirlerin, göçün insanlık tarihiyle başladığını ve Hz. Adem’in cennetten yeryüzüne inmesiyle ilk göçün gerçekleştiğini söylediklerini ifade etti.

Altuncu, Kur’an kıssalarına bakıldığında, Hz. İbrahim’in Tevhid anlayışını benimsemesi sebebiyle yaşadığı sıkıntılar sonucunda Allah’ın emri ile yaşadığı topraklardan göç ettiğini; Hz. Musa’nın ve kavminin karşılaştığı zorluklar nedeniyle Mısır’dan Filistin’e göç ettiklerini; yine Peygamber Efendimizin ve ashabının da kendi vatanları olan Mekke’de türlü zulümlere, baskılara, işkencelere maruz kaldıklarını ve bu dönem içerisinde ilk önce Habeşistan’a sonrasında ise Medine’ye göç etmek durumunda kaldıklarını söyledi. Göçün, inancımızda olduğu gibi tarihimizde ve kültürümüzde de önemli bir yer tuttuğunu ifade eden Altuncu, göçle varlığını inşa eden böylece farklı coğrafyalarda birçok imparatorluklar ve devletler kuran Türklerin, Yaratılış, Türeyiş ve Ergenekon destanlarına bakıldığında anlatıların göç üzerinden tasvir edildiğini söyledi. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesinin yönetim anlayışına tesir ettiği, “yeryüzünde hiçbir mazlum kalmayana dek” şeklinde bir idealin benimsendiği Türk devlet geleneğinin, geçmişten günümüze kadar ayrı coğrafyalarda zulme uğrayan, sıkıntı yaşayan, varlığını muhafaza edemeyecek hale gelen toplumlara el uzatılmasının, onlara kapıların açılmasının ve en temelde insan olmaları sebebiyle hukuklarının korunmasının sayısız örneklerini barındırdığını vurguladı. Bu bağlamda Yıldırım Bayezid’den günümüze kadar bizlere sığınan farklı toplumlardan çeşitli örnekler veren Altuncu, bulunduğumuz coğrafya açısından 2011 yılının oldukça önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtti. İç savaşın hâlâ devam ettiği Suriye’nin yüzyıllarca Osmanlı’nın bir sancağı olduğunu; bugün Dumlupınar, Sakarya ve Çanakkale şehitliklerine bakıldığında üzerlerinde Halep, Şam, İdlip gibi şehir adlarının yazılı olduğu mezar taşlarının görüleceğini; emperyal gayelerle bölgede her türlü faaliyeti yürüten uzak ülkelerin ve yabancı aktörlerin bulunduğu sahada “Türkiye’nin ne işi var” sorusunun sorulmasının ve Türkiye’nin yürüttüğü faaliyetlerden rahatsızlık duyulmasının en iyimser tavırla gaflet ve basiretsizlik olacağını belirtti. 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne ve 2013 yılında yürürlüğe giren “6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu”na da değinen Altuncu, uzun süredir belli gayelerle çeşitli dezenformasyon faaliyetlerinin gerçekleştirildiğini; ilgili bütün kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve toplumumuz tarafından müşterek bir şekilde uzun süredir büyük çalışmaların gerçekleştirildiğini ve bizim sahip olduğumuz böyle bir dini, tarihi, toplumsal ve kültürel arka plana sahip olmayan ülkelerin bu çalışmaları gerçekleştiremeyeceklerini vurguladı.

Altuncu, ülkemizdeki göç politikalarını dünya üzerindeki hiçbir ülkenin geliştiremediği bir kapasiteyle, akılla, bilimle, mantıkla ve hukukla oluşturup yönettiğimizi ifade etti. İnsanlığın vermiş olduğu bu sınavda entegrasyon ve uyum başlığıyla asimilasyonu hedefleyen tutumlara şahit olduğumuzu, uluslararası sularda mülteci teknelerinin batırıldığını, yeni sığınak arayan göçmenlere işkence edildiğini ve hatta bazılarının öldürüldüğünü, bu doğrultuda göç edeni “yabancı” veya “öteki” gören, onlara tehcir, tehdit ve dışlama politikalarını uygulayan uluslararası aktörlerin, ülkemizdeki uygulamaları sağlıklı bir şekilde algılayabilmeleri ve yorumlayabilmelerinin pek mümkün olmayacağını,  uluslararası aktörlerin, göçmenlerle ilgili Türkiye’nin adını telaffuz ederek verdikleri beyanatların da bu görüşün doğruluğunu gösterdiğini söyledi